Biz insanlar, sosyal canlılarız. Eminim bu sözü artık o kadar çok duydunuz, gördünüz ki, sizin için bir klişe haline geldi. Ancak “sosyal” kelimesi, tam olarak neyi ifade ediyor? Altında hangi ihtiyaçlar ya da hangi beceriler yatıyor?
İnsanların ve bazı diğer memeli hayvanların sahip olduğu bir sinir hücresi grubu var. Ayna nöron (mirror neurons) denilen bu hücreler, bizi “sosyal” yapan şeylerin başında geliyor. Ayna nöronlar başka insanlarda gördüğümüz davranışların bir benzerini sergilememizi, başkalarının hissettiği duyguları bizim de hissetmemizi, yani empati kurmamızı ve birbirimizi yansıtmamızı sağlıyor. Bir insanın çektiği acıyı gördüğümüzde, bizim de içimiz sızlıyor, fiziksel bir acı hissi duyuyoruz. Bir başkası mutlu olup gülümsediğinde, bu neşe de bize bulaşıyor. Peki tüm bunlar ne anlama geliyor?
Birbirimizin davranışlarını anlamak, ufak ifadelerden dahi duygularını fark etmek, sözsüz iletişim ile anlaşarak ortak bir hedefe yönelmek konusunda hem doğuştan gelen, hem de kabile yaşamı tarafından beslenip güçlendirilen bir yeteneğe sahibiz. Günümüzün modern toplumunda ise bu becerilerimiz köreliyor.
Bir kişinin verdiği tepkiyi ya da ne hissettiğini bilinçaltımızda hala sezebiliyor, anlayabiliyoruz. Bazılarımız bu konuda diğerlerimizden daha iyi. Ancak, bu becerilerimiz eski çağlara göre körelmiş olsa da, yeniden bunları sahiplenmek ve geliştirmek için yapabileceğimiz pek çok şey de mevcut.
1. Yüz ifadelerini takip edin.
Mimik ve mikro-ifadelerimiz, duygularımıza dair ipucu veren en önemli sinyallerdendir. Bir duygu kimyasalı vücudumuzda salgılandığında, bunlar istemli ya da istemsiz kas hareketlerine yol açar. Yüz kaslarımız da duygularımızı ifade ederken en çok kullandığımız kaslardır.
Öfkelendiğinizde kaşlarınızın nasıl çatıldığını, çene kaslarınızın nasıl kasıldığını hatırlayın. Kendinizi rahat hissettiğinizde, bu kaslar da gevşer. Kendi yüz ifadeleriniz konusundaki farkındalığınızı arttırmak ve iletişimlerinizde bu sinyalleri okumaya çalışmak iyi bir başlangıç olabilir. Bir mikro-ifadeler eğitimi almak da sizi epey ileriye taşıyabilir.
2. Duygu kelime dağarcığınızı geliştirin.
Duygular hakkında okuyun ve her hissin kapsamını en iyi ifade edecek, spesifik bir sözcük bulmak, daha özel bir kelime hazinesi geliştirmek için düşünün, başkaları ile konuşun. İnsanlardan dürüstçe duygularından bahsetmelerini isteyin ve hislerini çeşitli yollarla ifade etmelerini dinleyin. Hislerle ilgili kelime hazinenizi geliştirmek, duygular ve etkilerine dair farkındalığınızı arttırmanın ilk adımıdır. Aynı zamanda araştırmalar, bu hisleri adlandırmayı başardığınızda kazandığınız farkındalığın duyguların vücudunuzda yarattığı kimyasal etkiyi de azalttığını gösteriyor. “Name it to tame it” yani “Adını koy, evcilleşsin” ifadesi de psikolojide tam olarak bu anlama geliyor.
Öfke hissini yine ele alalım. Birçok öfke türü olabilir – hayal kırıklığı, suçluluk duygusu ya da tümüyle fiziksel bir acı da öfkemizin kaynağı olabilir. Yaşadığınız hissi tam olarak ifade eden o kelime nedir? Bu sözcüğü ararken, yaşadığınız süreci anlamlandırabilir ve duygunuzun kaynağına inebilirsiniz. Böyle bir düşünce pratiği, duygu kimyasallarının vücuttaki salınım şiddetini düşürerek ani ve yıkıcı bir tepki vermenizin önüne geçecek zamanı size sunabilir.
Bu süreci yaşayıp bir duyguyu tanımlamayı öğrendiğinizde, benzer bir hissi karşınızdaki insanda gördüğünüzde hemen fark edeceksiniz. Kendi deneyimlerimizden yola çıkmak ve hatırlamak, karşımızdaki kişiyi anlamak için faydalı bir adımdır. Duygusal zeka ve empati...
3. Bir öykü kurgulayın.
Çevrenizdeki insanların hareketlerini izlerken, kendi kendinize düşünün: Sizce şu anda ne hissediyorlar? Ne düşünüyorlar?
Aceleyle, burnundan soluyarak ilerleyen iş arkadaşınızı gördünüz diyelim… Toplantıları kötü mü geçti? Bir haber alıp sinirlendiler mi? Yoksa sadece bir yere mi yetişmeye çalışıyor? Kafanızda bir hikaye yazıp nereye gittiğine bir bakın.
Burada, önemli nokta şudur: Aslında hepimiz, insanların tepkileri karşısında sürekli olarak öyküler kurguluyoruz. Vardığımız çıkarımlar, “Kesin bana kızgın” ya da “aman, o da hep böyle zaten” gibi ifadeler, aslında birer kurgudan ibaret.
İnsan beyni, bilinmezlik karşısında zorlanır ve bir hikaye yazarak bu boşlukları tamamlamak ister. Karşımızdaki kişiyi dinlerken, zihnimizdeki varsayımların her zaman hata payı taşıdığını hatırlamalı ve tümüyle o kişinin tecrübelerine, hislerine kulak vermeliyiz. Garip bir şekilde, bilinçli olarak öyküler kurmak, bu pratiğin bizim için görünür olmasını sağlayabilir, gerçeklik ile varsayım arasındaki farkları günlük hayatımızda daha iyi görmemize yardımcı olabilir.
Duyguları okuma sanatında ustalaşmak, günlük pratiklerimizi arttırmaktan geçiyor. Duygusal zeka ve empatiyi somut bir çerçevede incelemek ve yolculuğunuza önde başlamak isterseniz, iletişim eğitimlerimizden faydalanabilirsiniz.