Korkuyu, algıladığımız tehditlere verdiğimiz duygusal bir yanıt olarak tanımlayabiliriz. Çocukken en büyük korkularımdan biri ders aralarında yaptığımız futbol maçında herhangi bir takıma seçilmemekti. Lise çağlarımda önemli bir partiye davet edilmeme fikri beni endişelendirirdi. Üniversiteyi kazandığımda ise korkularım henüz son bulmamıştı: Acaba mezun olduğumda iyi bir işim olacak mıydı? Ya olmazsa? Kendimi ve ailemi geçindiremezsem? İstediğim arabayı alamazsam? Tüm bu soruların pençesinde uykularımın kaçtığı geceler dahi oldu.
Geriye bakıp düşündüğümde, beni korkutan şeylerin ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Geçen yılların ve tecrübe ettiklerimin bana kattıklarıyla birlikte, her şey gibi korkularım da evriliyor. Dikkat edin, korkularımdan kurtuluyorum demiyorum. Korku insanların, hatta tüm canlıların hayatında kaçınılmazdır, hayatta kalmak kadar gerçekçi bir evrimsel temele dayanan bir histir. Korkunun tanımına yeniden bir göz atalım:
“Korku, algıladığımız tehditlere verdiğimiz duygusal bir yanıttır.”
Bu tanımda, üzerinde düşünülecek bir neden-sonuç ilişkisi mevcut. “Algılanan tehdit”, tanımdaki ilk kilit nokta. Korkular, tehditlerin ne kadar gerçekçi olduğuna ve bizim bunları nasıl algıladığımıza dayanıyor. Koşullarımızı, düşünce süreçlerimizi ve hislerimizi algılama konusunda kendimizi ne kadar geliştirirsek, etrafımızdaki sinyalleri o kadar doğru yorumlayabiliriz. Bu noktada Duygusal Zeka işin içine giriyor. Duygularımızla akıllı olmamız, tehdit olarak gördüklerimizin gerçekte ne olduğunu fark etmemiz konusunda bize yardımcı oluyor.
Bugün, artık bir yere davet edilmemekten ya da istediğim bir arabayı satın alamamaktan korkmuyorum. Belki lisedeki Erdem için bunlar olmazsa olmaz, yaşamsal şeylerdi. Ancak bugünkü Erdem, sahip olduklarının kıymetini biliyor. Benim için gerçekten önemli ve hayati şeyleri algıladıkça, o kadar da önemli olmayan şeyler için endişelenmekten kendimi uzaklaştırabiliyorum. Duygusal Zekamın gitgide güçlenmesi, duygularımı anlamama, kendimi ve isteklerimi tanımama yardımcı oluyor. Böylece neyin benim için bir tehdit oluşturabileceğini idrak etmem kolaylaşıyor.
Tanımdaki ikinci kilit nokta ise “verilen duygusal yanıt”.
Öyle anlar gelir ki, korkularımız çok gerçektir. Örneğin çocuğunuz o gün kendini iyi hissetmiyordur ve onun hastalanmasından korkuyorsunuzdur. Böyle anlarda korkuyu besleyip paniğe kapılmanın bir yararı olmadığı gibi, bu korkuyu geçiştirmek de doğru bir davranış elbette olmayacaktır. Çocuğunuza daha yoğun ilgi gösterip dinlendiğinden ve vitamin aldığından emin olmak, hastalık korkusuna verilebilecek doğru bir kaçınma davranışıdır, işlevseldir. İlk anda ortaya çıkabilecek panik duygunuzun üzerine düşünmek, korkunun neye hizmet ettiğini anlayıp verdiğiniz yanıtı dönüştürmek, kendinizi ve duygularınızı tanımanızla mümkün olacaktır.
Bir araştırmaya göre insanların korkularının %60'ı tamamen yersiz ve gerçekleşme ihtimali olmayan şeylere dayanıyor. Korkuların %20'si geçmişte yaşanmış ve kontrollerinin dışındaki olaylara, %10'u ise bizim için hiç de merkezi olmayan ve hayatımızda pek bir değişiklik yaratmayacak alakasız şeyler hakkında. Geri kalan, gerçekleşme ihtimali olanların ise yalnızca %4-5'i yerinde korkular. Siz de Duygusal Zekanızı geliştirerek, gerçekten haklı ve yerinde korkuların, o %5'in neler olduğunu fark edebilir ve buna verdiğiniz yanıtın çözüm odaklı olmasını sağlayabilirsiniz.
Kendinizi tanımak, Duygusal Zeka hakkında daha fazlasını öğrenmek ve yaşamınızın kontrolünü elinize almayı öğrenmek için benimle ve ekibimle iletişime geçebilirsiniz.